Kur'an-ı Kerim ŞUARÂ Suresi

share on facebook  tweet  share on google  print  
ŞUARÂ Suresini Arapça ve Türkçe olarak okuyabilir, dinleyebilirsiniz. Ayrıca bir alt satırdaki mp3 dinle menüsünün altındaki ŞUARÂ Suresini mp3 olarak bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
direction_left
direction_right

Kur'an Dinle

Kur'ân dinlemeye başlamak için bir Hafız seçiniz.
Hafız Abu Bakr al Shatri sesinden ŞUARÂ Suresi dinle!
Hafız Maher Al Mueaqly sesinden ŞUARÂ Suresi dinle!
Hafız Mishary AlAfasy sesinden ŞUARÂ Suresi dinle!
26 - ŞUARÂ suresini bilgisayarına indir
ŞUARÂ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Tâ, Sin, Mim.
Bunlar, Kitab-ı Mübin’in âyetleri’dir.
Onlar mü’min olmuyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin.
Eğer dileseydik gökten onlara âyet indirirdik. Böylece onların boyunlarını gölgelerdi de (hükmü altına alırdı da) ona itaat ederlerdi.
Ve Rahmân’dan hiçbir yeni zikir (emir) gelmez ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar.
Böylece onlar yalanladılar. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara yakında gelecek.
Onlar yeryüzünü görmediler mi? Orada çeşit çeşit çiftlerin hepsinden, nicelerini (nice bitkiler) yetiştirdik.
Muhakkak ki bunda elbette âyet vardır. Ve (fakat) onların çoğu mü’min olmadılar.
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Ve Rabbin, Musa (A.S)’a zalimler kavmine gitmesi (için) nida etmişti.
Firavun kavmi (hâlâ) takva sahibi olmuyorlar mı?
(Musa A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.” dedi.
Ve göğsüm daralıyor ve dilim dönmüyor. Bunun için Harun’a gönder.
Ve onlara göre ben, günahkârım. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.
(Allahû Tealâ): “Hayır, haydi âyetlerimizle (ikiniz birden) gidin! Muhakkak ki Biz, sizinle beraber işitenleriz.” dedi.
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.” deyin.
Benî İsrail’i (İsrailoğulları’nı) bizimle beraber gönder!
“Seni biz çocukken, içimizde himaye edip yetiştirmedik mi? Ve ömrünün birçok yılında içimizde kalmadın mı?” dedi.
Ve sen, yapacağın işi yaptın (cinayet işledin). Ve sen, kâfirlerdensin.
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.
O zaman sizden korktuğumdan dolayı kaçtım. Fakat Rabbim, bana hikmet bağışladı. Ve beni, mürselinlerden (gönderilen elçilerden) kıldı.
Ve bu bana lütufta bulunduğun ni’met, Benî İsrail’i (İsrailoğulları’nı) senin köle yapmandır.
(Firavun): “Âlemlerin Rabbi nedir (ne demektir)?” dedi.
(Musa A.S): “Eğer yakîn (hasıl ederek) inananlarsanız; (O), göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir.” dedi.
(Firavun) etrafındakilere: “İşitmiyor musunuz?” dedi.
(Musa A.S): “Sizin ve sizden evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.
(Firavun): “Muhakkak ki size gönderilmiş olan resûlünüz mutlaka mecnundur (delidir).” dedi.
(Musa A.S): “Eğer akletmiş olsanız, şarkın ve garbın (doğunun ve batının) ve ikisi arasındakilerin de Rabbidir.” dedi.
(Firavun): “Eğer gerçekten benden başka bir ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan kılarım.”
(Musa A.S): “Sana apaçık bir şey getirsem de mi?” dedi.
(Firavun): “Öyleyse sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen, onu getir.” dedi.
Bunun üzerine Musa (A.S) asasını attı. O zaman o, apaçık (gerçek) bir yılan oldu.
Ve elini çıkardı. İşte o zaman onu seyredenler için o, bembeyaz (nurlu) oldu.
(Firavun), etrafındaki ileri gelenlere: “Muhakkak ki bu, gerçekten bilgin bir sihirbazdır.” dedi.
Sizi sihri ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Bu taktirde ne emredersiniz?
“Onu ve kardeşini beklet. Ve şehirlere toplayıcılar gönder!” dediler.
Bilgin (alîm) sihirbazların hepsini sana getirsinler.
Böylece sihirbazlar, bilinen bir günün belli bir vaktinde biraraya getirildiler.
Ve insanlara: “Siz toplandınız mı?” denildi.
Eğer onlar gâlip gelirlerse o zaman biz, sihirbazlara tâbî oluruz.
Sihirbazlar, firavuna geldikleri zaman: “Eğer biz gâlip gelirsek, gerçekten bize mutlaka bir ecir (mükâfat) var mı?” dediler.
(Firavun): “Evet, muhakkak ki siz o zaman, (bana) yakınlardan olacaksınız.” dedi.
(Musa (A.S) onlara): “Atacağınız şeyi atın.” dedi.
Böylece iplerini ve asalarını attılar. Ve “Firavunun izzeti için muhakkak ki gâlip gelenler elbette bizleriz.” dediler.
Sonra Musa (A.S) asasını attı. İşte o zaman, o (Musa (A.S)’ın asası) onların uydurdukları şeyleri yutuyordu.
Sihirbazlar hemen secde ederek yere kapandılar.
“Âlemlerin Rabbine îmân ettik.” dediler.
Musa (A.S) ve Harun (A.S)’ın Rabbine (îmân ettik).
(Firavun): “Benim size izin vermemden evvel, siz O’na îmân ettiniz. Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüz (ustanız). Artık yakında elbette bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka çaprazlama kestireceğim. Ve sizin hepinizi mutlaka astıracağım.” dedi.
“Önemli değil. Muhakkak ki biz, Rabbimize dönücüleriz (dönecek olanlarız).” dediler.
Muhakkak ki biz, mü’minlerin ilki olduk diye Rabbimizin, hatalarımızı mağfiret etmesini umuyoruz (istiyoruz).
Ve Musa (A.S)’a “Kullarım ile gece yola çık. Muhakkak ki siz, takip edilecek olanlarsınız.” diye vahyettik.
Bunun üzerine firavun, şehirlere toplayıcılar gönderdi.
Ve muhakkak ki bunlar, gerçekten (sayıları) az olan küçük bir grup.
Ve muhakkak ki onlar, gerçekten bizi çok öfkelendiren (bize karşı çok öfke duyan) (bir toplum).
Ve muhakkak ki biz, gerçekten sakınılan (korkulan) bir topluluğuz.
Böylece Biz, onları (firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan çıkardık.
Ve hazinelerden ve kerim (ikram edilmiş, yüksek) makamlardan (çıkardık).
İşte böylece onlara (onların ülkesine), İsrailoğulları’nı varis kıldık.
Böylece doğuya doğru (Kızıldeniz’e doğru), onların peşine düştüler.
İki topluluk birbirini gördüğü zaman, Musa (A.S)’ın ashabı, “Gerçekten bize yetiştiler.” dediler.
(Musa A.S): “Hayır, muhakkak ki Rabbim benimle beraber, O, beni hidayete (kurtuluşa) ulaştıracaktır.” dedi.
O zaman Musa (A.S)’a: “Asanı denize vur.” diye vahyettik. Hemen deniz infilâk etti (patlayarak yarıldı ve ikiye ayrıldı). Böylece her parça büyük ve yüksek dağ gibi oldu.
Ve diğerlerini (de) oraya yaklaştırdık.
Ve Musa (A.S)’ı ve onunla beraber olanların hepsini kurtardık.
Sonra diğerlerini (denizde) boğduk.
Muhakkak ki bunda gerçekten âyet (ibret) vardır. (Fakat) onların çoğu mü’min olmadılar.
Ve muhakkak ki senin Rabbin, işte O, elbette Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Ve onlara İbrâhîm (A.S)’ın haberini tilâvet et (oku)!
Babasına ve onun kavmine: “Taptığınız şey nedir?” demişti.
“Biz putlara tapıyoruz. Böylece onlara devamlı ibadet edeceğiz.” dediler.
(İbrâhîm A.S): “Dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?” dedi.
Yoksa size fayda veya zarar veriyorlar mı?
“Hayır, babalarımızı böyle yapıyor (ibadet ediyor) bulduk.” dediler.
(İbrâhîm A.S): “Öyleyse taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?” dedi.
Siz ve sizin, geçmişteki babalarınızın (taptığı şeyleri).
Muhakkak ki onlar, benim için düşmandır ama âlemlerin Rabbi hariç.
Beni yaratan da hidayete erdiren de O’dur.
Ve beni yediren ve içiren, O’dur.
Ve hastalandığım zaman bana şifa veren, O’dur.
Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur.
Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.
Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.
Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).
Ve beni, ni’metlendirilmiş cennetlerinin varislerinden kıl.
Ve babamı mağfiret et, muhakkak ki o dalâlette kalanlardan oldu.
Ve beas günü (yeniden dirilme günü, kıyâmet günü) beni mahzun etme.
Çocukların ve malın fayda vermediği gün (beni utandırma).
Allah’a selîm (selâmete ermiş) kalple gelenler hariç.
Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırıldı.
Ve cehennem azgınlara (azgınlar için) bariz olarak gösterildi.
Ve onlara: “Tapmakta olduğunuz şeyler nerede?” denildi.
Allah’tan başka (ilâhlarınız) size yardım ediyorlar mı (edebiliyorlar mı) veya kendilerine yardım edebiliyorlar mı?
Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar.
Ve iblisin ordularının hepsi.
Onlar (taptıkları şeyler ve onlara tapanlar) orada hasım olarak (düşmanca çekişerek) dediler ki…
Allah’a yemin olsun ki, biz mutlaka apaçık bir dalâlet içindeydik.
Âlemlerin Rabbi ile sizi (putları) bir tutuyorduk.
Ve bizi mücrimlerden (hidayete mani olanlardan) başkası dalâlette bırakmadı.
Artık bizim için bir şefaatçi yoktur.
Ve (bizim için) sadık bir dost yoktur.
Bizim için keşke bir kere daha (dünyaya dönüş) olsaydı, o zaman biz mü’minlerden olurduk.
Muhakkak ki bunda elbette bir âyet (ibret) vardır. Fakat onların çoğu (buna rağmen) mü’min olmadılar.
Ve muhakkak ki senin Rabbin, O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Nuh’un kavmi, mürselinleri (resûlleri) tekzip ettiler (yalanladılar).
Onların kardeşi Nuh (A.S) onlara: “Takva sahibi olmuyor musunuz?” demişti.
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.
Ve ona (tebliğe) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.
“Sana en basit insanlar tâbî olduğuna göre, biz (de) mi sana inanalım?” dediler.
“Onların yapmış oldukları şey hakkında benim ilmim (bilgim) yoktur.” dedi.
Onların hesabı, sadece Rabbime aittir, keşke farkında olsanız.
Ve ben mü’minleri tardedici (kovacak) değilim.
Ben sadece apaçık bir nezirim (uyarıcıyım).
Dediler ki: “Ey Nuh! Eğer sen, gerçekten (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka taşlananlardan olacaksın.”
Nuh (A.S): “Rabbim, muhakkak ki kavmim beni tekzip etti (yalanladı).” dedi.
Bu durumda benimle onların arasını öyle bir açışla aç ki (ve böylece) beni ve mü’minlerden benimle beraber olanları kurtar.
Böylece onu ve onunla beraber olanları, dolu bir gemi içinde kurtardık.
Sonra Biz, (onların) arkasında kalanları (gemiye binmeyenleri) boğduk.
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Ad kavmi, mürselini (gönderilen resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
Onların kardeşi Hud (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
Bütün yüksek tepelere, âyet (eserler) bina ederek abesle mi iştigal (boşuna mı uğraşıyorsunuz) ediyorsunuz?
Ve (bu dünyada) ebedî kalacağınızı umarak, yapıtlar ediniyorsunuz.
Ve yakaladığınız zaman cebirle (zorbalıkla) yakaladınız (zulmettiniz).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Ve bildiğiniz (sizlere öğrettiği) şeylerle size yardım eden (Allah’a) karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin).
Size hayvanlar ve oğullarla yardım etti.
Ve bahçelerle ve pınarlarla…
Muhakkak ki ben, azîm günün (kıyâmet gününün) azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.
“Sen, bize vaazetsen de veya vaazedenlerden olmasan da bizim için eşittir.” dediler.
Bu ancak evvelkilerin hulûkundan (yaratmalarından, uydurmalarından) başka bir şey değildir.
Ve biz azaplandırılacak değiliz.
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Semud (kavmi) de mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
Onların kardeşi Salih (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
Siz, burada bulunduğunuz yerde emin olarak bırakılacak mısınız?
Bahçelerde ve pınarlarda…
Ve ekinler, çiçekleri açılmış hurmalıklar…
Ve dağlardan maharetle evler oyuyorsunuz (yontuyorsunuz).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Ve müsriflerin (haddi aşanların) emrine itaat etmeyin.
Onlar (müsrifler), yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslâh etmezler.
“Sen, sadece büyülenenlerdensin.” dediler.
Sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Öyleyse eğer sen, sadıklardan isen bize bir âyet (mucize) getir.
(Salih A.S): “İşte bu dişi deve. Su içme hakkı onun. Bilinen (belirlenen) gün(ler)de de su içme hakkı sizin.” dedi.
Ve ona kötülükle dokunmayın. (Dokunursanız) o zaman büyük günün azabı sizi alır (yakalar).
Buna rağmen onu kestiler. Sonra da pişman oldular.
Böylece onları azap aldı (yakaladı). Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Lut (A.S)’ın kavmi (de) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
Onların kardeşi Lut (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
Siz âlemlerden (insanlardan) erkeklere mi gidiyorsunuz (yaklaşıyorsunuz)?
Ve Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi (eşleriniz olan kadınlarınızı) bırakıyorsunuz. Hayır, siz azgın (haddi aşan) bir kavimsiniz.
“Ey Lut! Eğer gerçekten sen, (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka (yurdundan) ihraç edilenlerden (çıkarılanlardan, kovulanlardan) olacaksın.” dediler.
“Muhakkak ki ben, sizin amellerinize şiddetle buğzedenlerdenim (kızanlardan, tiksinenlerdenim).” dedi.
Rabbim, beni ve ehlimi (ailemi ve bana tâbî olanları), onların yaptıklarından kurtar.
Bunun üzerine Biz de onu ve ehlini (ailesini ve ona tâbî olanları), hepsini kurtardık.
Geride kalanların içinde bir ihtiyar kadın (Lut (A.S)’ın hanımı) hariç.
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (nesillerini sona erdirdik).
Ve onların üzerine yağmur yağdırdık. İşte bu uyarılanların yağmuru, çok kötü idi.
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce) Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
Şuayb (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.
Ölçüyü ifa edin (mizanınızı eksiye düşürmeyin). Ve muhsirinden (nefslerini hüsrana düşürenlerden, kaybettiği dereceler kazandığı derecelerden fazla olanlardan) olmayın.
İstikamet üzere olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kıstası (ölçüsü) ile (kaybettiğiniz derecelerden daha fazla derece kazanın) tartın.
İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah’a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak) yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.
Ve sizi ve evvelki toplumları yaratana karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin).
“Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler.
Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.
Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.
(Şuayb A.S): “Rabbim, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” dedi.
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.
Muhakkak ki bunda, mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
Ve muhakkak ki O (Kur’ân), gerçekten âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.
O’nu, Ruh’ûl Emin (Cebrail A.S) indirdi.
Nezirlerden (uyaranlardan) olman için senin kalbine.
Apaçık bir Arap lisanı ile.
Ve muhakkak ki O, evvelkilerin (kitaplarının) sayfalarında mutlaka vardır.
Ve Benî İsrail’in ulemasının (âlimlerinin) O’nu bilmesi, onlar için bir delil olmadı mı?
Ve eğer Biz, O’nu bir kısım a’cemine (Arap olmayan bir gruba) indirseydik.
Böylece onlara, O’nu okusaydı (gene de) O’na îmân etmezlerdi (mü’min olmazlar, Allah’a ulaşmayı dilemezlerdi).
Biz O’nu, mücrimlerin kalplerine işte böyle soktuk (işledik).
Onlar elîm azabı görmedikçe O’na îmân etmezler (mü’min olmazlar, Allah’a ulaşmayı dilemezlerdi).
Böylece o (azap), onlara ansızın gelir ve onlar farkında olmazlar.
“O zaman biz, bekletilenler (mühlet verilenler) olur muyuz?” dediler.
Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?
İşte gördün mü? Onları senelerce metalandırsak bile.
Sonra vaadolundukları şey (azap) onlara geldi.
Onların metalandırıldıkları şeyler, onlara fayda vermez (onları müstağni kılmaz).
Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.
Hatırla ki Biz, zalimler (zulmedenler) olmadık.
Ve O’nu (Kur’ân’ı), şeytanlar indirmedi.
Ve (bu), onlara yakışmaz (onların harcı değildir) ve onlar, (buna) muktedir olamazlar.
Muhakkak ki onlar, (vahyi) işitmekten kesin olarak azledilmiş (men edilmiş) olanlardır.
Öyleyse Allah ile beraber diğer bir ilâha dua etme. O taktirde azap edilenlerden olursun.
Ve en yakının olan aşiretini uyar.
Ve mü’minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.
Eğer onlar, sana asi olurlarsa (isyan ederlerse), o zaman: “Muhakkak ki ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.” de.
Ve Azîz (yüce) ve Rahîm olan (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Allah’a) tevekkül et (O’nu vekil et ve güven).
O, sen kıyam ettiğin zaman seni görür.
Ve secde edenler arasında senin dönmeni (de görür).
Muhakkak ki O; O, Sem’î’dir (en iyi işten) Alîm’dir (en iyi bilen).
Şeytanlar kimlere iner size haber vereyim mi?
(İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.
Onlar, (şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.
Ve (Allah’a karşı olan) şairler; onlara (sadece) azgınlar tâbî olurlar.
Bütün vadilerde onların (hayal peşinde) koştuklarını görmedin mi?
Ve muhakkak ki onlar yapmadıkları şeyleri söylerler.
Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Allah’ı çok zikredenler ve kendine zulüm yapıldıktan sonra (Allah tarafından) yardım edilenler hariç zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine (cehenneme) döneceklerini (ulaştırılacaklarını) bilecekler.
0
سورة الشعراء
bismillah
طسم ﴿١﴾
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ ﴿٢﴾
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ ﴿٣﴾
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّن السَّمَاء آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ ﴿٤﴾
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ ﴿٥﴾
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون ﴿٦﴾
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ ﴿٧﴾
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٨﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿٩﴾
وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ﴿١٠﴾
قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ ﴿١١﴾
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ ﴿١٢﴾
وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ ﴿١٣﴾
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ ﴿١٤﴾
قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ ﴿١٥﴾
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٦﴾
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ ﴿١٧﴾
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ ﴿١٨﴾
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ ﴿١٩﴾
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ ﴿٢٠﴾
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ ﴿٢١﴾
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ ﴿٢٢﴾
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴿٢٣﴾
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ ﴿٢٤﴾
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ ﴿٢٥﴾
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ ﴿٢٦﴾
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ ﴿٢٧﴾
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٨﴾
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ ﴿٢٩﴾
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ ﴿٣٠﴾
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٣١﴾
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ﴿٣٢﴾
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ ﴿٣٣﴾
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ ﴿٣٤﴾
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿٣٥﴾
قَالُوا أَرْجِهِ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ ﴿٣٦﴾
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ ﴿٣٧﴾
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ ﴿٣٨﴾
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ ﴿٣٩﴾
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ ﴿٤٠﴾
فَلَمَّا جَاء السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ ﴿٤١﴾
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ ﴿٤٢﴾
قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ ﴿٤٣﴾
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ ﴿٤٤﴾
فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ ﴿٤٥﴾
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ ﴿٤٦﴾
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٤٧﴾
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ ﴿٤٨﴾
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٤٩﴾
قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ ﴿٥٠﴾
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٥١﴾
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ﴿٥٢﴾
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ ﴿٥٣﴾
إِنَّ هَؤُلَاء لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ ﴿٥٤﴾
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ ﴿٥٥﴾
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ ﴿٥٦﴾
فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿٥٧﴾
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ ﴿٥٨﴾
كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ ﴿٥٩﴾
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ ﴿٦٠﴾
فَلَمَّا تَرَاءى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ ﴿٦١﴾
قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ ﴿٦٢﴾
فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ ﴿٦٣﴾
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ ﴿٦٤﴾
وَأَنجَيْنَا مُوسَى وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ ﴿٦٥﴾
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ ﴿٦٦﴾
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٦٧﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿٦٨﴾
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ ﴿٦٩﴾
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ ﴿٧٠﴾
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ ﴿٧١﴾
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ ﴿٧٢﴾
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ ﴿٧٣﴾
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ ﴿٧٤﴾
قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ ﴿٧٥﴾
أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ ﴿٧٦﴾
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ ﴿٧٧﴾
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ ﴿٧٨﴾
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ ﴿٧٩﴾
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ ﴿٨٠﴾
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ ﴿٨١﴾
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ ﴿٨٢﴾
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ ﴿٨٣﴾
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ ﴿٨٤﴾
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ ﴿٨٥﴾
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ ﴿٨٦﴾
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ ﴿٨٧﴾
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ ﴿٨٨﴾
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ ﴿٨٩﴾
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ ﴿٩٠﴾
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ ﴿٩١﴾
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ ﴿٩٢﴾
مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ ﴿٩٣﴾
فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ ﴿٩٤﴾
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ ﴿٩٥﴾
قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ ﴿٩٦﴾
تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ ﴿٩٧﴾
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٩٨﴾
وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ ﴿٩٩﴾
فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ ﴿١٠٠﴾
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ ﴿١٠١﴾
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١٠٢﴾
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٠٣﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿١٠٤﴾
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ ﴿١٠٥﴾
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٠٦﴾
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ ﴿١٠٧﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٠٨﴾
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٠٩﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١١٠﴾
قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ ﴿١١١﴾
قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١١٢﴾
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ ﴿١١٣﴾
وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١١٤﴾
إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ ﴿١١٥﴾
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ ﴿١١٦﴾
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ ﴿١١٧﴾
فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِي مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿١١٨﴾
فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ ﴿١١٩﴾
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ ﴿١٢٠﴾
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٢١﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿١٢٢﴾
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ ﴿١٢٣﴾
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٢٤﴾
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ ﴿١٢٥﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٢٦﴾
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٢٧﴾
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ ﴿١٢٨﴾
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ ﴿١٢٩﴾
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ ﴿١٣٠﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٣١﴾
وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ ﴿١٣٢﴾
أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ ﴿١٣٣﴾
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿١٣٤﴾
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٣٥﴾
قَالُوا سَوَاء عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ ﴿١٣٦﴾
إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ ﴿١٣٧﴾
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ ﴿١٣٨﴾
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٣٩﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿١٤٠﴾
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ ﴿١٤١﴾
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٤٢﴾
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ ﴿١٤٣﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٤٤﴾
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٤٥﴾
أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ ﴿١٤٦﴾
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿١٤٧﴾
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ ﴿١٤٨﴾
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ ﴿١٤٩﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٥٠﴾
وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ ﴿١٥١﴾
الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿١٥٢﴾
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ ﴿١٥٣﴾
مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿١٥٤﴾
قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ ﴿١٥٥﴾
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٥٦﴾
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ ﴿١٥٧﴾
فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٥٨﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿١٥٩﴾
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ ﴿١٦٠﴾
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٦١﴾
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ ﴿١٦٢﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٦٣﴾
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٦٤﴾
أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ ﴿١٦٥﴾
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ ﴿١٦٦﴾
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ ﴿١٦٧﴾
قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ ﴿١٦٨﴾
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٦٩﴾
فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ ﴿١٧٠﴾
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ ﴿١٧١﴾
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ ﴿١٧٢﴾
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا فَسَاء مَطَرُ الْمُنذَرِينَ ﴿١٧٣﴾
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٧٤﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿١٧٥﴾
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ ﴿١٧٦﴾
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٧٧﴾
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ ﴿١٧٨﴾
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٧٩﴾
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٨٠﴾
أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ ﴿١٨١﴾
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ﴿١٨٢﴾
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ ﴿١٨٣﴾
وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ ﴿١٨٤﴾
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ ﴿١٨٥﴾
وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ ﴿١٨٦﴾
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿١٨٧﴾
قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨٨﴾
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿١٨٩﴾
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٩٠﴾
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ ﴿١٩١﴾
وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿١٩٢﴾
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ ﴿١٩٣﴾
عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ ﴿١٩٤﴾
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ ﴿١٩٥﴾
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ ﴿١٩٦﴾
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاء بَنِي إِسْرَائِيلَ ﴿١٩٧﴾
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ ﴿١٩٨﴾
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ ﴿١٩٩﴾
كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ ﴿٢٠٠﴾
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ ﴿٢٠١﴾
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٠٢﴾
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ ﴿٢٠٣﴾
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٢٠٤﴾
أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ ﴿٢٠٥﴾
ثُمَّ جَاءهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ ﴿٢٠٦﴾
مَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ ﴿٢٠٧﴾
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ ﴿٢٠٨﴾
ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ ﴿٢٠٩﴾
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ ﴿٢١٠﴾
وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ ﴿٢١١﴾
إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ ﴿٢١٢﴾
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ ﴿٢١٣﴾
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ ﴿٢١٤﴾
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ﴿٢١٥﴾
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢١٦﴾
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ ﴿٢١٧﴾
الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ ﴿٢١٨﴾
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ ﴿٢١٩﴾
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ﴿٢٢٠﴾
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ ﴿٢٢١﴾
تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ ﴿٢٢٢﴾
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ ﴿٢٢٣﴾
وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ ﴿٢٢٤﴾
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ ﴿٢٢٥﴾
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ ﴿٢٢٦﴾
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ ﴿٢٢٧﴾
٠
Üye Girişi
e-posta
Parola
Beni hatırla